Aklım sanki bir başkasının aklı gibiydi…
Sanki tanımadığım biriyle aynı masayı paylaşıyor, o kahvesini yudumlarken ben onu tanımaya çalışıyordum.
Bu arada kahvemden çıkan dumanlar giderek azalıyor, soğuk ve lezzetsiz bir hal alıyordu.
Öylesine yabancıydı aklım bana. Bazen insan kendi aklına bile yabancı olabiliyor, evrenin insana verdiği şekil, onu bırak aklına yabancı olmayı, aklına düşman bile edebiliyor.
Bu denli düşüncelere dalmış olmamın sebebi, alt tarafı bir pantolon paçası kısalttırmak için girdiğim terziydi.
Gözlükleri burnuna düşmüş, saçları aklaşmış, yüzü eskimiş, ama neşesi yerinde bir terziye denk getirdi bugün evren beni.
İçeri girdiğimde yavaşça kaldırdı kafasını dikiş makinesinden, içeri davet eder gibi baktı.
Bilirsiniz o eski toprak esnafların ayaküstü sıcak muhabbetini. Laf lafı açtı, laf geldi yalnızlığın beline dolandı.
Ölen eşinden, yıllardır görmediği oğlundan, yalnız yaşamanın kekre tadından bahsetti.
Mutfak olarak kullandığı bölüme geçti bir ara, çay getireceğini düşünürken, bir tabak karpuzla giriverdi içeri.
“Küçüklerin de pek tadı olmuyor…”, dedi. “Büyükler de yalnızlığıma bir hayli fazla geliyor…”
İnsanın güzel bir dilim karpuz yiyebilmesi için bile aile olması gerekiyor.
En azından kalabalıklara ihtiyaç duyuyor.
Sahi, yalnız bir adam neden gidip koca bir karpuzu kucaklayamaz?
Ağzının içinde kurduğu cümleler, zihnimde fırtınalar yaratıyordu.
O an için kendimde iki yalnızlık vardı, üç de ondan geldi.
Toplamda beş kez yalnız hissettim kendimi, beş kez yalnız…
Döndüm döndüm baktım, kurduğu cümlelere, yolda yürürken ayağımın takıldığı bir taş parçasına bakar gibi.
Hani takılır ayağın o taşa, canın yanar içten içe, ama acını bırakırsın da neye takıldığını görmek için ardına bakar durursun.
Bilmek, acıdan daha önemlidir çünkü…
Ben de öyle baktım durdum, bilmek için yalnızlığın şeklini şemalını.
“…İsterse otuz beş bin keman olsun, artık nasıl anlatabilir bu yalnızlığı?”
Yalnızlık adına da söylenebilecek her şeyi söylemişken şairler, benim payıma ne düşerdi?
Sahi, senin payına ne düşerdi bu yalnızlıktan?
Hayatta hepimiz boşluklarımızı doldurmak için birilerine ihtiyaç duyuyoruz.
Gerçekten doldurmak zorunda mıyız o boşlukları?
Bizim payımıza düşen yaşam şekli de, delikli peynir gibi bir şeydir belki.
Tüm boşluklarına rağmen lezzetlidir. Olamaz mı?
“Rica ederim bu bahsi kapatalım!”, dedi bendeki ben, Ayhan Işık sesiyle üstelik.
Çizdi yalnızlığın üstünü bir güzel.
“İçinde bir sen daha varsa eğer, asla tam olarak yalnız sayılmazsın.”, dedi.
Şimdi ne mi yapıyoruz?
Biz koca bir karpuzu kucaklamaya gidiyoruz…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.