‘Her şeye rağmen güzel şeyler de oluyor ülkemizde’ gibi bir cümleyle başlamak isterdim bu yazıya, ama yapamayacağım.
İnanmadığım bir şeyi yazmak, kelimeleri belirli bir kural çerçevesinde sıralamak kadar kolay olmuyor. Olmuyor, çünkü güzel şeylere hasret kaldı bu topraklar.
Ne böyle bir cümleyle başlayabileceğim yazıma ne de dilimin ucuna gelen öfkeli cümleleri kurabileceğim. İnsanlığımı inciten birçok şeyi suskunlukla geçiştirdiğim gibi, bunu da suskunlukla geçiştireceğim…
Yanıyor çünkü… İçimiz yanıyor, ama çocukların yanarak can verdiği bir ülkede bu yangın, yangın gibi gelmiyor.
Siz hiç alevler içinde can verdiniz mi? Ben de vermedim. Sizin hiç çocuğunuz yandı mı? Benim de yanmadı. Tarif edemem ki bunun acısını.
‘Kaçmasınlar’ diye kilitlenen yangın merdiveni kapısının arkasında, birbirine sarılarak yanan çocuklar, kız çocukları, çocuklarımız…
Bazılarınız gazetede rastladınız haberlerine, bazılarınız ana haber bültenlerinde, bazılarınız diğer herhangi bir yerde.
Bir an için kendi çocuklarınızı düşündünüz ve böyle bir felaketin içinde bulunmadıkları için şükrettiniz. Neden? Çünkü ateş düştüğü yeri yakardı. Ve bu kez ateş bir metafor değildi.
Bu ülkede çocuklar sizce de biraz fazla büyük değiller mi? İnsanın mutluluğu boyu kadardır derdi annem ben küçükken, boyumu uzatmak için çabalayayım diye. İnsanın acıları da boyu kadar olsaydı keşke.
Bir çocuk için kilitli kapılar ardından yanarak can vermek fazla acımasız bir son. ‘Fıtrat’ diyorlar, ‘yangından kaçılır, kaderden kaçılmaz’ diyorlar… Tanrım, insanlar hakkında konuşmamız gerek! Her geçen gün biraz daha çirkin düşüncelere sahip oluyorlar.
Bir zamanlar kediler ve çocuklar tecavüz kelimesiyle yan yana getirilmezdi. Onlar güzel zamanlardı…
Bir zamanlar çocuklar için öğretmenler iyiyi ve doğruyu öğreten insanlardı sadece. Onlar güzel öğretmenlerdi…
Bir zamanlar yurtta bile olsalar mutlu yaşarlardı çocuklar. Onlara kol kanat geren yufka yürekli birileri olurdu mutlaka. Onlar güzel insanlardı…
Bir zamanlar yanmazdı çocuklar… Onlar da güzel çocuklardı…
Şimdiki zamanda biri bitmeden bir yenisi başlıyor ülkede felaketlerin. Veba sarmış gibi dört yanımızı.
U-mutlu bir güne uyanamaz olmuşuz. Bu yüzden hırçınız, öfkeliyiz, kaba ve tahammülsüzüz biraz.
Bu sabah hızla geçtiği için yağmur sularını üzerine sıçratan bir arabanın ardından, ellerini göğe kaldırdı yaşlı bir adam ve ‘al beni buradan’ dedi.
Onun yakarışına bakarken çamurlu yağmur sularının içinde buldum ben de kendimi. Kızmadım. Daha büyük kızgınlıklarım vardı içimde hayata karşı. Utanıyordum insanlığımdan.
Şu çirkin yeryüzünde yaşamak yerine keşke buhar olup göğe karışsam, dedim. Sonra yağmur olsam, ama yağmasam asla bu topraklara…