Herkes dünyaya kendi kapı aralığından bakar. Kimi yemyeşil bir vadi görür, kimi karanlık bir çıkmaz sokak…

Şairin dediği gibi kiminin pırlantası küçüktür, kiminin ekmeği bayat…

Dünyası kendi içindedir çünkü insanın, gözlerinin gördüğü şey onun bir yansımasıdır sadece.

İçinde ne varsa, gözüne o vurur. Kalbinde ne varsa, diline onun vurması gibi…

Siyahtan başka bir renge yer yoksa eğer içinde, ne denizin mavisini görebilir ne vadinin yeşilini…

Güneşin batışındaki naif vedayı da fark edemez, günün doğuşundaki yeniliğin heyecanını da.

Gün de her sabah tıpkı insan gibi doğar, otuz beşini bulur tepeye çıkana kadar.

Dante gibi ortasındadır yani ömrün, her öğle vaktinde.

Sonra yavaş yavaş düşmeye başlar omuzları, bükülmeye başlar beli, kısalır boyu…

Bir insanın çekip gitmesi gibi dünyadan, sessiz sedasız, o da çekip gider aslında, ertesi gün yeniden doğmak için.

Biz her ne kadar battığını düşünsek de…

Sahi, neden ‘güneşin doğması’ diye bir tabir var da, ‘güneşin ölmesi’ diye bir tabir yok.

Ölüm kötü bir son diye mi? Hani ölüm bir son değildi?

Mutluysan eğer güneşin doğuşu heyecanlandırır seni, mutsuzsan batışını görmeyi arzular için.

Siz hiç güneşin doğuşunu izlerken ağlayan birine rastladınız mı?

Mümkün değil! Umut ağlatmaz, çünkü umut güldürebilir ancak.

Dünyanın en büyük acılarını da yaşıyor olsan, güneşin doğuşu karşısında kayıtsız kalırsın acına karşı.

Gelir çöreklenir küçük bir umut tanesi gönlünün tam ortasına, yavaş yavaş siler efkârını.

Umut etmek diye bir büyü vardır yeryüzünde, ölmeyi dilerken seni yaşama iliştiren.

Sen tıkadıkça kulaklarına ona, o fısıldamaya devam eder: Sen yeter ki tohum ek, mezarlıkta bile açar çiçek!

Haksız da değildir hani, her şey sende başlıyor ve bitiyor yine her şey sende…

Sen mor görmek istiyorsan mor oluyor gökyüzü, mavi görmek istiyorsan mavi.

Bazen torpil yapıyor, yedi rengi bile gösterebiliyor sana, gökkuşağı adı altında.

Gün gelecek birileri gökkuşağı yağmurdan sonra çıkar diyecek sana, inanma onlara!

Görmek istersen eğer şu iç içe geçen bulutlar yok mu, ayır iki elinle, arala biraz, bak arkasında gökkuşağını göreceksin.

Marifet aralayabilecek cesarete sahip olmakta.

Biliyorum yoruldun, biliyorum umut yoruyor insanı, ama umutsuz da yaşanmıyor.

Taşları deliyor da, kaldırımda bile açıyor bir papatya, hani öyle narin, öyle kırılganken bile…

Bak kaybettiklerimizden fazlası var yarınlarda, gel bir çiçek daha dikelim birlikte, bir nergis belki, bir şebboy mesela…

 

Bir cevap yazın