Denize gidip geldikten sonra, ipe asılmış nemli havlular gibiydim.
Yaz yağmuruna yakalanmıştım da, şişmiştim sanki.
Tüm şişkinliğime rağmen bir lokma daha tıkıştırdı ağzıma.
Bırak kapıdan içeri girmeyi, sokağın başında almıştım böreğin kokusunu sanki.
Hani anneanne evi kokusu vardır ya, yıllar geçse de kalır burnunda.
İşte onu bile bastırmış, dörtnala dağılmıştı sokağa.
“Sen geleceksin diye börek yaptım”, dedi.
Bu seni seviyorum demenin en güzel hali değil de neydi?
Sardığı sarmaları, yaptığı börekleri, bahçesinden topladığı zerdalileri önüme dizerken, söylenmiş bütün sevgi sözcüklerini fısıldıyordu aslında.
Bir kez daha öptüm ellerinden, beyaz sabun kokusu kaldı burnumda…
Yaşanmışlıklarını hapsettiği elleriyle, para sıkıştırdı cebime yine.
Boyumca çocuğum olsa bile, bunu yapmaktan vazgeçmeyecekti.
Gönlü rahat etsin diye çıkarmadım sesimi.
Kafamı göğsüne yasladım, pazen elbisesinde naftalin kokusu…
Kim bilir ne zaman diktirmişti de, giymeye kıyamamış, saklamıştı bir köşeye.
İnsan yaşayacak günlerin sayısı azaldıkça, saklamanın da bir anlamı olmadığını anlıyor galiba.
En çok da o zaman dolu dolu yaşamak istiyor.
Geniş zamanlar umuyoruz hayattan, ama payımıza dar vakitler düşüyor.
Ölüm denen şey; yaşa, başa, güce, düşe, itibara bakmıyor.
Çalıveriyor en hazırlıksız olduğun anda kapıyı.
Bir anneanne ölüyor, bir insanın elinden çocukluğu alınıyor.
Bir anneanne ölüyor, bir insanın elinden köyü alınıyor.
Bir anneanne ölüyor ve bir insanın elinden bayramı alınıyor.
Ben de bilmiyorum, bu kadar derine tüpsüz nasıl daldığımı, ama daldım işte.
“İyi bayramlar” diyerek coşkuyla girince kızım içeri, geldim kendime.
İçimi kaplayan huzurla, “İşte şimdi bayram oldu”, diyecektim.
“Sen geleceksin diye börek yaptım”, diyebildim.
Ben de yaşlandıkça anneanneme daha çok benzedim.
“Oysa sevin dedi Tanrı”, sevdiğinizi söyleyin de…
Sevgi dolu daha nice bayramlar geçirmeniz dileğiyle.
İyi bayramlar hepinize…