“Yağmurlu bir pazar günü, öğleden sonra ne yapacağını bilmeyen insanlarız, bir de ölümsüzlük istiyoruz”, dedim kendim kendime.
‘Kendim’ susmak bilmeyince çarşıdan geçerek sahile doğru yürümeye karar verdim.
Birkaç saat önce yağan yağmura rağmen, sokakları dolduran turist kafilesinin şaşkınlığını yaşıyordum.
Bu kadar insanı bir arada gören esnaflar da şaşkındı haliyle, mevsimi değildi çünkü.
Önünden geçen insanları içeri buyur eden, meyletmedikleri halde binlerce kez ‘hoş geldiniz’ diyen esnaflar…
Birbirini kovalayan çat pat İngilizce cümleler…
Öğleden sonranın sakinliği, nasıl da örseleniyordu.
Israrın sebebi belli tabi: ‘Su akar iz bırakır, turist döviz bırakır.’
Kayıtsızca geçtim önlerinden, inat yüklü çağrılarını hiç duymuyormuş gibi.
Çarşının bitiminde pötikareli masa örtülerine sahip bir restoran ilişti gözüme.
Mavi beyaz pötikareli masa örtülerinin üzerinde, kırmızılı yeşilli elmalar tablo gibi gözüküyordu.
Bir anda heyecana kapıldım.
Kafamı kaldırıp tabelasına baktım: Konfüçyüs’ün Elması…
Bin yıl düşünsem buraya bu kadar yakışacak başka bir isim bulamazdım.
Sahi, siz bilir misiniz bu hikâyeyi?
Gökten 3 elma düşmüş; biri Steve Jobs’a, biri Isaac Newton’a, biri de Konfüçyüs’e tabi…
İşin aslı çok da öyle değil, ama anlatayım:
Konfüçyüs, öğrencilerine ders vermek için sınıfa girer. Elinde dar, uzun bir vazo vardır. Tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havaya kaldırır. Diğer elinde de bir elma vardır. Elmayı vazonun içinde koyduktan sonra, vazoyu yere bırakır ve şöyle der:
“Elmayı bulunduğu yerden vazoyu kırmadan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı alabilir.”
Öğrencilerden biri elmayı çıkarmak için elini vazonun dar ağzından içeri sokar. Elmayı yakalar, çıkarmaya çalıştıkça elma elinden kayar. Bir türlü başaramaz. Bir diğeri de elini vazoya sıkıştırır, bağırmaya başlar:
“Elimi çıkaramıyorum!”
Yaşlı filozof gülümser ve “Elmayı tutmaktan vazgeçmezsen, elini çıkaramazsın”, der.
Öğrenci biraz daha uğraşır, elmayı elinden bırakmak istemez; ama sonunda mecburen bırakır. Elini vazodan çıkarır ve Konfüçyüs’e sorar:
“Elmayı bu vazoyu kırmadan çıkarmanın bir yolu var mı?”
Konfüçyüs, nasıl olacağını göstereyim der ve vazoyu ters çevirir. Elma kendiliğinden vazonun içinden yuvarlanıp çıkar. Öğrenciler çözümün bu kadar basit olması karşısında şaşkınlığını gizleyemez.
Konfüçyüs, öğrencilerine elmayı göstererek der ki:
“Göründüğü gibi basit değil, bazen bırakabilmek daha zordur. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız.”
Hintlilerin maymun yakalama hikâyesi de bir bakıma buna benzer aslında.
Ağzı dar bir kavanozun içerisine fındık, badem ve ceviz gibi yiyecekler koyar, bir ağacın dibine bırakır ve sağlam bir misinayla bağlarlar. Etrafta kimse olmadığından emin olan maymun, hemen ağaçtan iner ve kavanozun içerisine elini sokar, yemişleri avuçlar. Yemiş dolu avucunu bir türlü kavanozun içerisinden çıkaramaz. Kendisini yakalamaya gelen adamları görmesine rağmen, yemişleri bırakmak istemeyişi kaçmasını engeller. Açgözlülüğü maymunun yakalanmasına neden olur.
İnsanlar da tıpkı böyledir.
Atalarımız gibi konuşmak gerekirse: Deveyi yardan uçuran, bir tutam ot…
Hep daha fazlasına sahip olma isteği mutluluğunuzu gölgeler.
Şimdi elinizdeki elmayı bırakın ve arkanıza yaslanın.
Sizi bileğinizden yakalayan hırslarınızdan kurtulmanızın zamanı gelmedi mi?
Onlardan uzaklaştıkça hafiflediğinizi hissedeceksiniz.
Hem uçmak için illa kanatlarınızın olması gerekmez, küçük sevinçler de yeter…