Bugün, kendini yılkı atı gibi salıvermek isteyenler için yazıyorum.

İşinden, aşından, eşinden, dostundan ayrılıp; bir süre de olsa, sadece kendisine kalmak isteyenler için.

“Az eşya, az insan”, diyorken Kafka, aslında çok da katılmıyordum ona.

İnsanların huzursuzlukları içerisinde kalınca, neden böyle dediğini anladım aslında.

Haydi, bırak sırtındaki küfeyi bir kenara.

Çıkar tüm planlarını, hayallerini, düşüncelerini, kaygılarını aklından, koy masanın üzerine.

Edip Cansever’in ‘Masa da Masaymış ha!’ şiirindeki gibi.

Ne varsa aklını şişiren, hepsini bırak masaya.

Tüm yüklerimizden kurtulduğumuzda, yılkı atı gibi salıverelim kendimizi bozkırlara.

“Denizi olmayan şehirlerde daha çok boğulur insan”, diyorlar.

Sen ne kadar iyi yüzücü olursan ol, denize bakmayı bilmeyince boğuluyorsun işte.

Boştan yere kendini paralaman gülünç.

Yüzmek dedim de, kaç yaşıma geldim, hala yüzmeyi öğrenebilmiş değilim.

Üstelik kendimi sırt üstü denizin kollarına bırakamıyor olmaktan da, memnun değilim.

Bu yaştan sonra da öğrenemezsin diyorlar. Saçma!

Hem ne var canım, Tolstoy da bisiklet sürmeyi 67 yaşında öğrenmemiş mi?

Bu yüzden ‘Tolstoy’un Bisikleti’ diye bir kavram var.

‘Hiçbir şey için geç değil’, anlamına geliyor.

Evet, her şeye rağmen, hiçbir şey için geç değil.

Ama yaşanacak günlerin en güzelleri kayıyorken elimden, acele etmem gerekmiyor mu?

Acele etmemiz gerekmiyor mu?

Ne duruyorsun öyleyse?

Bakıp kalacağına o geminin ardından, atlasana sen de!

Atladın diye her şey çok güzel olmayacak,  bunu biliyoruz ikimiz de.

Ama şu an yaşadığın hayattan daha güzel olacağı kesin.

Hayatını ‘iki dakika tutar mısınız’ diyerek bırakamıyorsun birinin eline.

Bırakıp da kaçamıyorsun.

Madem böyle bir lüksümüz yok, bakkala diye çıkıp neden mola vermeyelim?

Bir masa seç kendine, koymaya başla hadi yüklerini…

“Masa da masaymış ha

Bana mısın demedi bu kadar yüke

Bir iki sallandı durdu

Adam yüklerini ha babam koyuyordu.”

 

Bir cevap yazın