Yolun aşağısında ve yukarısında birer tane bakkal varsa, hangisine gideceğinizi ne belirliyor? Evinize yakın olan mı ürünü fazla olan mı yoksa güler yüzlü olan mı?
İlk etapta bu tercih sosyal ihtiyaçlara göre belirleniyor. Evinize yakın ama güler yüzlü olmayan bakkalı, yokuşun başındaki güler yüzlü olana tercih edebiliyor ya da ürünü fazla olana daha sık uğramaya başlıyorsunuz.
Zaman geçtikçe bir şeyler değişiyor: Güler yüz, ürünler, eve yakınlık… Bunlar bir şey ifade etmemeye başlıyor. Alışverişe girdiğiniz bakkalda her şeyin daha kaliteli, daha iyi olduğunu hissediyor ve mutlu oluyorsanız, sakin olun: Demek ki o his sizi de ele geçiriyor. Bu tılsımlı his, insanın içinde güven, rahatlık ve emin olmak duygusu uyandırıyor. İşte bu duygu, “Saygınlık” olarak adlandırılıyor. Saygınlık, diğer adıyla itibar; sosyal yaşantıyla birebir bağlantıda, onunla nefes alıp veriyor.
Bakkal kasasına giren parayı da bu saygınlık belirliyor aslında. Kişisel güven, neredeyse tarihin ilk çağlarına kadar uzanıyor. Yüz yıl önce olduğu gibi şimdi de “O adamdan bana bir zarar gelmez” demek için itibar en önemli kriter olarak öne çıkıyor. Özellikle ticaret hayatında, kişilerin, kuruluşların itibarı her şeyin başı olarak belirleniyor. “Ne kadar para kazanıyor?” sorusu çok klişe, sorulmuyor bile. “Nasıl bir insandır?” sorusunun cevabını daha çok arıyor tüketici.
Yokuşun başındaki mi, sonundaki mi? Bunu öğrenmek artık an meselesi. Bu kadar hızlı bir çağda yaşıyor olmak küçük ölçekli bakkala bile büyüme şansı tanıyor. Bu şansı büyük şirketler avantaja dönüştürmek için “itibar yönetimi”ni profesyonellere bırakıyor. Globalleşen dünyada artık tüketim, dünyanın öbür ucunu bile “mahallenin diğer sokağı” haline getirmişken itibar, yine mahalle sakininden öğreniliyor: Tüketiciden.