“Korkmasaydık uçabilirdik…”
Ne bir Kızılderili’ydi ne de bilge biri… Yılan Dağı’nın tepesinden şehri izlerken, esen rüzgârın kuruttuğu dudaklarından döküldü bu sözler.
Bir an deneyimli bir kuş gibi açıp kollarını, uçmayı dileyerek bırakacağını düşündüm kendisini, gökyüzünün kucağına.
“İnsanı kuştan ayıran şey kanadının olmaması değil, kafesinin olmasıdır.”, dedi. “Korkusu onun kafesidir.”
Bir yandan haklı olabileceğini düşünüyor, diğer yandan Aslan Yürekli Richard olsam bile uçamayacağımı biliyordum.
Uçmayı hiç denememiş olmama rağmen, uçamayacak olmama karşı bu inanç garip değil miydi?
İşte yavaş yavaş kanıma karışıyordu zehri, öğrenilmiş korku olmasa belki denemiş olabilirdim.
Sonum acı bir yere çakılma hikâyesiyle yazılacak olsa da…
Yanlış yetiştiriyorlar bizi, cesaretten önce korkuyu öğretiyorlar.
İnsan öyle hazır ki korkuyu tatmaya, belki de bütün duygular içerisinde en bulaşıcısı korku.
Çocukken anneannemin yaşadığı köyde ortası delik bir kaya vardı, içerisinde geçenleri oraya sıkıştırdığına inanılırdı.
Annelerin çocuklarına öğretti ilk şey, bu kayanın içerisinden geçmemek, hatta yakınına bile yaklaşmamak olurdu.
Sebebi, bilirsiniz işte kötü bir efsane… Yaşar Kemal’in Yokuşlu’su gibi…
Yaşar Kemal’in son romanı Tek Kanatlı Bir Kuş’ta ana konu korkudur, sebepsizce oluşan ve giderek yayılan bir korku.
İçerisinde kimsenin yaşamadığı bilinen, yaşayanların üzerine kaya düştüğüne inanılan Yokuşlu Kasabası’nı anlatır bizlere.
Aslında Yokuşlu’dan yola çıkarak, korkumuz yüzünden yaşadığımız saçma çaresizliği gösterir.
Her insanın hayatında en az bir Yokuşlu olduğuna inanıyorum.
Korkusundan yaklaşamadığı bir Yokuşlu…
Hani bir yaklaşabilse ona, bir çıkabilse kafesinden neler yapacaktır aslında, nelere gücü yetecektir.
Yine de sınırlandırır kendini, güvercin tedirginliğiyle yaşamaya devam eder.
Hani o kanadı yaralanıp da düşen, uzunca bir süre uçmaya korkan güvercinden bahsediyorum.
Epeyce korkar kanadını açmaya, tedirginliği geçmek bilmez.
Ama bir gün cesaret edip açtığında kanatlarını, yeniden bakar uçmanın tadına, yeni bir yara alana dek…
Ve çeker gider onunla birlikte korkusu da, ama insanın tedirginliği geçmek bilmez asla.
Bazen ağırlaşır, dibe çöker, ama asla gitmez.
Ne de olsa korku diyorum, hepimizin doğum lekesi…
Varlığına alışılmış, yokluğu ise hiç tadılmamış…