Celal Yalınız… Bu isim pek çoğumuz için belki de hiçbir şey ifade etmiyor, ancak “Sakallı Celal” denildiğinde orada akan sular duruyor. Aslında öğretmendi. Gerçek adı çok az insan tarafından bilinen meşhur düşünür Sakallı Celal, belki de Cumhuriyet tarihimizin en nevi şahsına münhasır karakterlerinden birisiydi. Yaşadıklarıyla, değer yargılarıyla, duruşuyla, yaşam felsefesiyle, en önemlisi ise edebiyat ve bilim dünyasına kazandırdığı değerli insanlarla Sakallı Celal her türlü saygıyı sonuna dek hak ediyor. Sosyal medyanın etkisiyle adını son yıllarda daha fazla duyma şansı yakaladığımız Sakallı Celal, kıymeti geç bilinen karakterlerden. Tam anlamıyla kendi zamanını aşan bir düşünce derinliğine sahip olan Sakallı Celal, bir modern çağ filozofu olarak görülüyordu. Yüzlerce öğrenci yetiştirmesine, bugüne yüzlerce aforizma armağan etmesine rağmen ilginç bir şekilde herhangi bir yazılı eseri bulunmuyor; ancak doğrudan onu anlatan kitap ve makaleler son yıllarda epey artış göstermeye başladı. Retorik açıdan çok etkili biri olması, Sakallı Celal’e ait sözlerin kalıcı olmasını ve kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağladı. Örneğin bugün sosyal medyada gezen pek çok cümlenin Sakallı Celal tarafından yıllar önce dile getirildiğini biliyor muydunuz? 1886 yılında dünyaya gözlerini açan Sakallı Celal’in sosyal çevresi Nazım Hikmet, Ahmet Haşim, Haldun Taner gibi çok değerli isimlerle örülüydü. Bu kültürel etkileşim, onun kendini daha hızlı geliştirmesine vesile oldu; fakat Sakallı Celal’i tüm entelektüel isimlerden ayıran bazı özellikleri bulunuyordu. Sakalını bağımsızlığının adeta bir sembolü gibi gören bu büyük düşünürün savundukları ve yaşadıkları arasında çelişkiler yakalamak hiçbir zaman mümkün değildi. Galatasaray Lisesi mezunu olan Sakallı Celal, çok iyi düzeyde Fransızca biliyordu. Öte yandan müthiş bir analitik zekaya ve mizah duygusuna sahipti. Yaşamı boyunca paraya hiçbir zaman kıymet vermemiş biri olan Sakallı Celal, çoğu zaman cebindeki son kuruşunu bile ihtiyaç sahibi olan arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Buna rağmen ekonomik açıdan çok zor durumda kaldığı dönemlerde dahi kimsenin kapısını çalmamıştı. Ezber bozan fikirleriyle her daim tutucu ve muhafazakar çevreyle daima bir çatışma halinde oldu. Memur olarak gezdiği Anadolu şehirlerinde öğrencilerine gerici değil, özgür düşünceyi benimsetmeye çalıştı. Bu tutumu genellikle tehlikeli bulunmuş ve her defasında görev yeri değiştirilmişti. O dönem İstanbul halkı için tam bir efsane olarak görülen Sakallı Celal, sıra dışı bir öğretmen portresi çiziyordu. Eğitimi dört duvarın arasına sıkıştırmıyor, çocukları sanatla, bilimle, sporla, edebiyatla temas ettirerek tanıştırıyordu. Geleneksel kalıpların dışına çıktığı her an, sert bir otorite figürüyle karşı karşıya geliyordu. Okul müdürü olduğunda çalıştığı okulun taşan lağımını bile kendisi onarmıştı. Çocukların ayakkabılarını kendi elleriyle boyayıp, onları adeta kendi çocukları gibi görüyordu. Yobazlar yüzünden öğretmenliği bırakmak durumunda kaldı ve Ege’de bir incir fabrikasında çalışmaya başladı. Fabrikaya bir işçi olarak girmesine rağmen çok kısa sürede usta olmayı başardı. Rahat durmuyordu. Sıra buradaki işçileri dönüştürmeye gelmişti. Yılmadan, sıkılıp bıkmadan tüm işçilerle konuşuyor, onlara haklarını anlatıyordu. Diğer taraftan modern tarım ve üretim tekniklerini fabrika yönetimine anlatıyordu. Bilgisini en detaylı şekilde paylaşmaktan asla geri durmuyordu. Fabrikada çalışan hasta bir işçiye maaşını olduğu gibi verince bir anda komünist olarak yaftalandı. Evini polisler detaylı bir şekilde arasa da pek bir şey bulamadılar. Celal ise polislere dönerek elini alın hizasında kaldırdı. Eliyle kafasını gösterir şekilde işaret etti. Ardından gülümsedi. Bu, polislerin aradıları şeyin aslında kafasının içinde olduğunu anlatmak istemişti. Anlayıp anlamadıklarını asla bilemeyeceğiz… Politik ve toplumsal bilinci son derece yüksek biri olan Celal, her zaman emekçinin, ezilenin yanında saf tuttu. Ancak beyni ona en büyük ihanetini yaptı. 1962 yılında geçirdiği beyin kanamasıyla yaşamını yitirdi. Saygı ve sevgiyle…