Bazen de balık asar kendini oltaya, sen tuttuğunu sanırsın…

Ne zaman coşkun akan bir nehir görsem, kalbimin derinliklerinde aynı şeyi yapma isteği peydah olur.

Tıpkı onun gibi, yoluma çıkan hiçbir şeyin beni engellemesine izin vermeden gitmek isterim.

Gitmek… Kendime bir yol bulup yürümek. Aslında yürümekten öte, kendi hikâyemin altını çizmek…

Yol biraz da kendisine bir yer bulamayan insanın özlemi değil midir? Hani o yaşadığı yeri bir türlü sahiplenemeyen insanın özlemi…

‘İnsanın evi gibisi yok’ derler, evinden ayrı birkaç gün geçirdikten sonra kendisine ait olana dönenler.

Evi, sadece başını sokacağı bir yer değildir insan için, hatta bana kalırsa insanın kendisini en yalın haliyle rahat hissettiği yerdir.

Bazen bir ağacın gölgesi, bazen bir sokağın köşesi, bazen bir otobüsün cam kenarı, bazen bir dost, bazen bir sevgili, evi oluverir insanın.

Ondan uzaklaştığında eğreti hissetmeye başlar kendini, ait olduğu yerden ayrılmanın burukluğunu yaşar kendi içerisinde.

Bir de hiçbir yere ait olamayan insanlar vardır, kuşlar gibi… Bulundukları yer kendilerine ait değilmiş gibi, sahiplenemeyen, sürekli bir yerden başka bir yere gitme isteğiyle dolu insanlar…

Bir kuşu alırsın avucuna, biraz fazla sıkarsan canının çıkacağını düşünürsün, biraz gevşetirsen uçup gideceğini.

Yaşadığı yere ait olmayı başaramayan insanlar da böyledir işte. Gölgeniz bile biraz fazla değse üzerine, korkup kaçmasına neden olabilir. Bağlasanız bile durmaz.

Hiçbir yere varamayacağını bilse bile gitmek ister. Ufka doğru yürümek…

Kimilerine kalmak huzur verir, ama onun gönlünde ‘gitmek’ vardır.

İşte bu yüzden çıkar evinden, sokak lambaları bir bir sönmeye başlarken.

Bir yol seçer kendine ve nereye çıkacağını bilmese de yürür o yolda.

Tanımadığı insanlar geçer yanından, gülümser hepsine bir bir.

Bazıları karşılık vermez gülümsemesine, bazılarınınsa güne güzel başlamasına sebep olur.

Eski evlerin olduğu sokaklardan geçer, dar yollarda yürür, sokak köpeklerine bile selam verir.

Bir evin penceresi önündeki mor sümbüllere takılır gözleri, uzatır elini, dokunur narin yapraklarına.

Sahi, gece gündüz öylece, apaçık durmalarına rağmen neden pencere önü çiçeklerini kimse çalmaz?

İkinci el çiçekler para etmiyor tabi…

Yılların izlerini taşıyan avuçlarıyla toprağa dokunan kadınlar görür, gözleri acı çekiyormuşçasına bakan kadınlar…

Bir düğün evine rastlar belki, samimiyetsiz sarılmalara tanık olur. Birbirini çok seviyormuş gibi yapan insanların yanından geçer.

Devam eder yürümeye…

Sahile indiğinde sırtında kasa kasa yükleriyle bir hamal çeker dikkatini. Yorgun ayaklarına kayar bakışları.

İndirir sırtındaki yükleri, koyar bir kenara. Biraz dinlenmektir belli ki niyeti.

İnsan yaşadığı günün içerisinde kendisine bir parça huzur bulabilmeli…

Ayakları tüm hikâyesini anlatır gibidir.

Biraz daha ileride oltalarını denize salan adamlar vardır. Bugün balık yemenin hayalini kuran adamlar…

Balıklar denize esirdir, kuşlar gökyüzüne, insanlar kendine…

Sarar misinayı, dikkatlice kaldırır oltasını havaya.

Belki de o balık asmıştır kendini oltaya, ama adam tuttuğunu sanır…

 

Bir cevap yazın