Fransa’nın Paris şehrinde 19 Aralık 1915’in gecesinde güzel bir kız çocuğu dünyaya gelir. Annesi bir sokak şarkıcısı ve babası da sokaklarda gösteri yapan bir cambaz olan bu küçük kız dünyaya gözlerini açar açmaz ne yazık ki hayatın karanlık yüzü ile karşılaşır. İsmini 12 Aralık’ta Almanlar tarafından kurşuna dizilen genç bir İngiliz kadın casustan alan bu çocuğun doğumundan sonra annesi onun bakımını üstlenmek istemez. Ve küçük kızını babaannesine bırakıp terk eder. Bu güzel kızın doğumu savaş dönemlerine denk geldiği için babası da askere gitmek zorunda kalır.
Normandiya’da bir genel ev madamı olan babaannesinin yanında büyümeye başlayan kız 6 yaşında bakımsızlıktan kornea iltihabı olup kör olur. Yaklaşık üç yıl boyunca gözleri görmeden yaşamak durumunda kalır. Bir gün mucizevi bir şekilde adına adanan adaklar sonucu gözleri yeniden görmeye başlar. Küçük kızın gözlerini açtığında ilk gördüğü şey ise piyano tuşları olur.
12 yaşına kadar anneannesinin yanında büyüyen küçük kız o yaştan itibaren babası ile yaşamaya başlar. Çocukluğunun büyük bir bölümünü babası ile sokaklarda geçiren kız daha sonra kendi başına sokaklarda şarkı söylemeye başlar. Kendi başının çaresine bakmaya başlayan kız, aynı babadan olan ve kendisinden üç yaş küçük kız kardeşini de annesinin yanından alarak birlikte yaşamaya başlar. 18 yaşına basan bu genç kız o yıllarda hayatının ilk aşkı Louis Dupont ile tanışır. Kısa bir süre sonra Louis Dupont’tan olan kızı Marcelle Dupont’u dünyaya getirir. Ancak güzel kızı 2 yaşındayken menenjitten ölür. Bu acı olaydan sonra ilk aşkı ile de yollarını ayırır.
İleriki zamanlarda bir diva olarak anılacağını bilmeyen bu genç kadın sokaklarda şarkı söylerken Louise Leplée tarafından keşfedilir. Leplée sayesinde hızla üne kavuşan genç kadının şöhreti Leplée’nin ani öldürülüşü sonrası gerilemeye başlar.
Zaman geçer ve genç kadın ilk albümünü 1936 yılında çıkarır. 20. yüzyılın en önemli sanatçılarından biri haline gelen bu genç kadın Leplée’nin ölümünden sonra büyük bir servete ve özgürlüğe kavuşur. 30’lu yaşlarının yarısındayken hayatına Raymond Asso girerek hayatında bazı şeyler biraz da olsa düzelmeye başlar. Ancak bu ilişki de Raymond Asso’nun İkinci Dünya Savaşı’na gitmesi ile sekteye uğrar. Bir daha araları hiç eskisi gibi olmaz.
Kendi kariyerine yön verdikten sonra Yves Montand ve Charles Aznavour gibi birçok yeteneğin keşfedilmesine yardımı dokunur. Ses yeteneğinin dışında kendini oyunculuk alanında da kanıtlayarak 10 filmde rol alır. İkinci Dünya Savaşı sona erdikten sonra bu yetenekli kadının kariyeri tekrar yükselişe geçer. Fransa’dan Avrupa’nın birçok ülkesine kadar herkes onu dinlemek için sıra olur. Bununla beraber o devrin en önemli boksörlerinden biri olan Marcel Cerdan ile de aşk yaşıyordur. Cerdan o dönemli evli olduğu halde birbirlerine karşı büyük bir sevgi duyuyorlardır. Cerdan genç kadını ziyaret için Paris’ten kalkan New York uçağına biner. Ancak uçak kalkıştan bir süre sonra düşer ve Cerdan hayatını kaybeder. Bu olaydan sonra genç kadın derin bir depresyona girer.
İkinci eşi Théo Sarapo ise onun son aşkıydı. Orta yaşlarını geçtikten sonra çocukluk yıllarında yaşadığı bakımsız hayat ve geçirdiği bir trafik kazası sonrası omuriliğinde oluşan hasar onu ciddi anlamda etkilemeye başlar. Ağırlaşan karaciğer rahatsızlığı nedeni ile 10 Ekim 1963’te hayatını kaybeder. Birçok aşkı, dramı ve eserleri kısa ömrüne sığdırmayı başaran bu eşsiz kişi Edith Piaf’ın ta kendisidir. Edith Piaf’ın en büyük arzularından biri, bir aile kurabilmek ve sahnede ölebilmekmiş. Kaldırım Serçesi olarak anılan Edith, ölümünden yıllar geçmiş olsa bile tüm dünyada bir efsane olarak anılmaya ve eserleri dinlenmeye devam ediyor.