Bir zamanlar çocukların kahkahalarına eşlik eden insanlar vardı, şimdi dudakları yukarı kıvrılır gibi oluyor, sonra eski haline dönüyor hemen yeniden.
Bir zamanlar uyanır uyanmaz açılırdı pencereler, çekerdik temiz havayı içimize. Şehir betonlaşmamışken ve hala yeşilken yeryüzü…
Bir zamanlar kalabalık sofralar kurulurdu evlerde. Bir lokma ekmeği bile olsa, paylaşmaktan tereddüt etmeyen insanlar olurdu hayatlarımızda.
Bir zamanlar ailece bir araya gelmek için elektriklerin kesilmesi gerekmezdi. Hala konuşacak, paylaşacak bir şeyleri vardı çünkü aile üyelerinin.
Bir zamanlar komşulardan birinin yakını öldüğünde, açılmazdı televizyonun sesi. Yasına saygısızlık etmek istenmediğinden…
Bir zamanlar komşudan gelen ikramlı tabak boş gönderilmezdi. O bizi yiyeceğini paylaşmaya değer gördüyse, boş tabak vermek olmazdı.
Bir zamanlar birbirine selam vermeye bile tenezzül etmeyen komşular değil, mahallenin neşe kaynağı olan ‘Cemil Abi’ler vardı.
Bir zamanlar sanata, sanatçıya değer veren, çiçeklerine bile Safiye Ayla dinleten ‘Muhsin Bey’ler vardı. Sanata ‘ucube’ denmeye kimsenin dili varmadığı zamanlardı.
Bir zamanlar kebapçı dükkânını andırmıyordu İstanbul. Denizi berrak, havası temiz, insanı nazikti üstelik…
Bir zamanlar komşu çocuklarını kendi çocukları bilen insanlar vardı. Kalpleri kararmamıştı henüz ve bozulmamıştı asla niyetleri.
Bir zamanlar eline sazını aldığında tüm sesleri susturan sanatçılar vardı. “Ayaklarınızın turabı, gönüllerinizin hizmetçisiyim.”, diyen sanatçılar…
Bir zamanlar birbirlerinin açığını kapatmak için çabalayan insanlar vardı. İlk fırsatta gözler önüne sermek için pusuda bekleyenler değil.
Bir zamanlar birbirlerine olan bağımlılığını kanıtlamak için kan kardeş olan insanlar vardı. Henüz sosyal ağlar girmemişti hayatlarına.
Bir zamanlar hiddeti değil, nezaketi konuşurdu insanlar ve o zamanlarda zalimler bile biraz racon bilirdi.
Bir zamanlar ‘seneye de giyer’ diye alınan birkaç beden büyük kıyafetleri olurdu çocukların ve hiçbir çocuk yadırgamazdı bu durumu.
Bir zamanlar sözü senet kabul edilen abileri olurdu insanların, sırtını güvenle yaslayabilecekleri güzel abileri…
Bir zamanlar sadece sevgi yeterdi mutlu bir evlilik için, çünkü hala değer veriliyordu sevgiye ve aşk kutsaldı.
Bir zamanlar yere düşen ekmeği öpüp başına koyan çocuklar vardı, gönül almayı bilen çocuklar…
Bir zamanlar sokaklarda hiddetiyle, şiddetiyle eşlerini korkutan erkeklerden çok, kızlı erkekli zaman geçiren mutlu insanlar vardı.
Bir zamanlar ne giymek istiyorsa giyebilirdi insanlar. Korkmazdı, şort giydiği için bir toplu taşıma aracında şiddete maruz kalmaktan.
Bir zamanlar dünyayı güzelliğin kurtaracağına inanırdı insanlar ve bir insanı sevmekle başlardı her şey…
Bir zamanlar güzel günler göreceğine inanırdı insanlar, güneşli günler… Motorları maviliklere sürecekleri günlerin hayallerini kurarlardı.
Bir zamanlar dili, dini, ırkı, görüşü ayırt etmeden, her kesimi kucaklayan müzisyenler vardı. Şarkılarını söylemeye başladıklarında herkesi eşit kılan müzisyenler…
Bir zamanlar ‘7 Numara’ izleyerek mutlu olan insanlar vardı. Onlar, akıllarından türlü türlü numaralar geçmeyen insanlardı.
Bir zamanlar okullarda büyüklerini saymak, küçüklerini korumak öğütlenirdi her sabah çocuklara. Çünkü hala söz sahibiydi iyi insanlar.
Bir zamanlar 10 Kasım’da doğan çocuklara ‘Ogün’ ismi verilirdi. Ve bu çocuklar doğum günlerini ya bir gün önce ya da bir gün sonra kutlarlardı.
Bir zamanlar paraya dokunduktan sonra ellerini yıkayan insanlar vardı. Para dünyanın en kirli şeyi olduğundan…
Bir zamanlar ‘7’den 77’ye’ herkesi ekran başına toplamayı başarabilen ‘Barış Abi’ler vardı. Her şarkısında bin bir öğüt gizli olan ‘Barış Abi’ler…
Bir zamanlar güzel günler yaşadı insanlar. Bizlere ‘bir zamanlar’ı değil, şimdiki zamanları yaşamak kaldı. Belki de o yüzden tebessümlerimiz hep biraz buruk kaldı…