Konuşmaya başladığında bir elma kokusu yayılmıştı sanki etrafa.
Dingin bir ses tonuyla sordu: “Yapabileceklerinin farkında mısın?”
İçeri girer girmez kendime ön sıralardan bir yer bulmuş, onu dinlerken göz teması kurabilmek istemiştim.
Bu cümleyi bana bakarak kurduğunda, zihnimin ‘prompter’ında ‘imkânsız’ yazıyordu.
Soruyu üzerime alınıp cevap vermeliydim, ama bakışlarımı kaçırarak geçiştirdim.
Hiçbir şey söylememiş olmama rağmen anlamıştı beni sanki.
Hiçbir kelime dökülmemişti dudaklarımdan, ama o çözmüştü karamsarlığını içimin.
Yenilgimi, bitkinliğimi, tedirginliğimi…
Bir insan hem 38 yaşında olup, hem de nasıl bu kadar tedirgin olabilirdi?
18 değildi, hatta 28 bile! Koskoca 38 yıl geçirmişti bu hayatta.
38 yeni yıl görmüştü, 38 yaz geçirmişti, 38 zemheride kalmıştı ve en az 38 kez yanılmıştı.
İnsan bir kez yanıldığında, bir daha yanılmayacağını zannediyor en çok da.
Yanıla yanıla yenildiğini fark ettiğinde ise, çekiliyor kabuğuna.
En çok da kabuğundayken ‘imkânsız’ oluyor her şey onun için artık.
Yeniden sevmek de yeniden başlamak da yeniden başarmak da yeniden kazanmak da bir ütopya gibi süzülüyor karşısında.
İmkânsızlıklarımın yanına tikler atarken zihnimde, şöyle dedi:
“Bir şeyin imkânsız olduğuna inandığında, zihnin bunu sana kanıtlamak için elinden geleni yapar…”
Ne yani, imkânsızlığın sebebi, yine insanın kendisi miydi şimdi?
Aynı elma kokusuyla sızlıyorken burnum, konuşmaya devam etti:
“Hayvanlar üzerinde incelemeler yapan bilim adamları, pirelerin birbirlerinden farklı yükseklikte zıplayabildiklerini fark ederler.
Birkaçını toplayarak 30 cm yüksekliğinde cam fanusun içerisine koyarlar.
Fanusun metal zemininden verilen ısı, pirelerin sıcaktan rahatsız olmasına neden olur ve zıplamaya başlarlar.
Başları tavandaki cama çarptığı için, her zıplayışlarında düşerler.
Sonra tekrar zıplarlar, tekrar cama vururlar ve tekrar düşerler.
Camın ne olduğunu bilmedikleri için, kendilerini neyin engellediğini de fark etmezler.
Defalarca kendilerini fanusun cam tavanına vuran pireler, sonunda 30 cm’den fazla zıplamamayı öğrenirler.
Artık deneyin ikinci aşamasına geçme zamanı gelmiştir.
Cam tavan kaldırılır ve pirelerin özgürce zıplamasına izin verilir.
Zeminde aynı ısı vardır, ama tavanda onları engelleyecek bir cam yoktur.
Yine de tüm pireler eşit yükseklikte, yani 30 cm zıplarlar!
Daha yükseğe zıplama imkânları olmasına rağmen, buna hiç cesaret edemezler!
Cam tavanın verdiği hayat dersine oldukça sadık kalan pireler, en büyük engelle karşı karşıyadırlar:
Zihinleriyle…
Pirelerin yaşadığı şey, cam tavan sendromudur.
Bir insan için de gelebileceğine inandığı en üst nokta, onun cam tavanıdır.
Hayallerin senin cam tavanın, onu ne kadar yüksekte tutarsan, o kadar yükseğe zıplayabilirsin…”
Yine aynı şey oluyordu.
Yine zihnim ‘seni sınırlandıran sensin’ diyordu.
Palas pandıras kalktığım sandalyeden, kapıya doğru yöneldim.
Çıkmak üzereyken, sesi birkaç oktav daha yükseldi.
“Seni sınırlandıran sensin, insan inandıklarına denktir.”, dedi.
Bu kez konuşan zihnim değildi.
“Kaldır artık o tependeki cam tavanı!”, diye de ekledi.
Salondaki elma kokusu, yerini ayva kokusuna bırakmıştı.
Ayva benim için hiddetti, çünkü narin dişlerin harcı değildi.
İnsan 38 yaşına kadar kaldıramadığı cam tavanı, 38’inde kaldırabilir miydi?
Sahile doğru koşar adım yürüdüm, kendime bir elma, bir de gökyüzü ısmarladım.
Zaten geçenlerde bir ‘kendin yap’ dergisinde okumuştum.
Cam tavanın modası geçiyor…
Oturduğum sokağın girişinde bir okul var, yıkık dökük duvarında şöyle yazıyor:
“Onları ikna etmeyi başardığında, bütün hayaller gerçekleşiyor!”