Şehirleşmeyle birlikte bizlerden yitip giden şeylerden biri de samimiyet oldu.
Her birimiz maskelerle dolaşıyoruz yüzümüzde, başka başkayız. Ailemize başka, iş arkadaşımıza başka, hayat arkadaşımıza başka…
Yok öyle gülümseyerek dolaşmak sokakta, yok öyle kucaklamak mahallenin delisini.
Gerçi mahallenin delisi de kalmadı artık, eskiden Anadolu’dan bahsedildiğinde mahallesi delisiz düşünülemezdi.
Şimdi olduğu gibi biri delirdiğinde onun deliliğine değil, acısına bakardı Anadolu insanı.
Belki de o yüzdendi sahip çıkışı, kol kanat gerişi, mazur görüşü…
Bizim mahallenin de bir delisi vardı mesela, hani sevdiği kız başkasıyla evlendiği için aklına mukayyet olamayanlardandı o da.
Yusuf’tu adı… Deli Yusuf…
Ne zaman dışarı çıksam sokağın bir yerlerinde çıkardı karşıma mutlaka, iri cüssesine rağmen yüzündeki gülümseme küçücük bir çocuğa çevirirdi onu.
Sakalı örtse de yüzünün büyük bir kısmını, kapatamazdı o tebessümü asla.
Yaz kış yeşil bir palto giyerdi, hiç çıkarmak istemezdi üzerinden ve bazen lacivert bir kasket taktığına denk gelirdim.
Ayakkabısının topuklarına basardı, yırtılan çorapları acıtırdı içimi.
Gözleri hep pırıl pırıldı, bir deliye(!) ait olamayacak kadar pırıl pırıl…
Çok konuşurdu Yusuf, durmadan soru sorardı gördüklerine.
Eğer okula giden bir çocuksa çantanı taşıyabiliyor musun derdi, genç bir kızsa saçlarını boyuyor musun?
Yaşlı biriyse eğer gördüğü, ölüp ölmeyeceğini sorardı, meğer helvada kalırmış aklı…
Ben büyüdüm, Yusuf yaşlandı, mahalle silindi gitti, yerine koca koca apartmanlar geldi.
Bir gün de Deli Yusuf öldü dediler, haberi geldi…
Mahalle samimiyeti ölünce ölmüştü zaten Yusuf, kalmamıştı tadı, çıkmaz olmuştu evinden.
İnsanların, deliliğine karşı olan acımasızlığı eve kapatmıştı Yusuf’u…
Saf bal almaya çalışıyoruz, saf buğday, saf zeytinyağı, saf süt vs…
Her şeyin safını baş tacı ediyor da, insanın safını maskara ediyor bu devir.
Bu devir öyle bir devir ki, bir bayram sabahı samimiyetini bile çok görüyor insana.
Bana kalırsa hava-alanları, bayram ziyareti yapılan evlerden çok daha samimi sarılmalara tanık oluyor.
Hastaneler, camilerden daha çok inanan barındırıyor içerisinde.
Kimse hiçbir şeyi samimi duygularla yapmıyor çünkü, kendince çıkarları için kıpırdatıyor küçük parmağını bile.
Kimse, kimse için üzülmüyor, kimsenin acısına ağlamıyor, kimsenin sevincine ortak olmuyor.
Sadece ‘-mış gibi’ yapıyor.
Yahu bu devir öyle bir devir ki, aşık bile olmuyor insan, aşıkmış gibi yapıyor.
Bir sepet elma çalamıyor ki kimsenin kalbini, yanında lüle taşından bir gerdanlık olmadıktan sonra.
Bu devirde aşık olabilmek için bile önce sigortalı bir işe girmek gerekiyor…

Bir cevap yazın