“Suriye’den, savaştan kaçarken gelen biri, yanında kedisini de getirmiş.”, dedi adam.

Bunu söylerken bakışlarında ikinci bir parıltı daha belirdi.

“Bir evin enkazından da anne-oğulun cansız bedenleri çıkarılmış. Anneler ölürken bile çocuklarının elini tutuyor…”

“İyiliğin dini, dili, cinsiyeti, milliyeti yok…”

“Kimin sözü bu?”, dedi kadın.

İçinde bir suçluluk hissetti ve bu suçluluğu üzerinden atmak istedi.

Masanın üzerinde duran kitaba ilişti gözü.

Markuez’in dedi, muhtemelen Yüzyıllık Yalnızlık’tan…

Rahatladı sanki bir anda, eleştirilme korkusu eriyip gitti.

“Biri sevgisini kedisine vermiş, biri oğluna… Sevginin olduğu her yere, iyilik kendiliğinden gelir.” dedi kadın.

Dünya ne kadar kötü olursa olsun, anne iyiydi ve bir çocuk dünyaya ilk önce annesinin gözünden bakıyordu.

Onun sevgisiyle yeni bir sevgi filizleniyordu içinde, sonra o filiz dallanıp meyvesini veriyordu. İyilik gibi…

Kaba adamların kalın sesleri örtüyorken kara bir çarşaf gibi üzerimizi, en çok da sevgiye ihtiyacımız vardı şimdi.

Kadın, adamın kütüphanesini karıştırmaya başladı.

Kütüphanesi mahremiydi ve o özeline girdikçe, adam tedirginleşiyordu.

Bir fotoğraf düştü, kara kaplı kitabın içinden.

Cılız vücuduna rağmen tanıdı o karede adamı.

“Bunlar kim, bu sırada sen hasta mıydın?”

“Hayır…”, dedi adam. “O birkaç gün öncesine kadar mahkûmdum.”

“Sebep…”

“Duyguda sahtecilikten aldılar beni…”

Aslında duyguda sahtecilik de en ağır suçlardan biri sayılmalıydı.

O da dolandırmak değil miydi insanı?

En nitelikli haliydi üstelik dolandırıcılığın; sever gibi yapıp, sevmemek…

Dünyanın güven tabakası delinmişti, ozon tabakasının lafı mı olur şimdi?

İnsan başına düşen taşla ölmüyordu da, içine düşen şüpheyle yerle bir oluyordu.

Annesini hatırladı, ölmeden birkaç gün önce ziyaretine gelen annesini…

Temiz çamaşırlar getirmişti, ütülenmiş, sabun kokulu ve bembeyaz.

Kırmızı elmalar gibi gülen yüzü solmuş, sarı kesilmişti.

Dikişi açılan bir yaradan kan sızar gibi, ılıdı içi.

Kadın bir kitabı düşürdü raftan, adam paldır küldür çıktı daldığı sudan.

Depremden sonra insanların etrafına bir bakışı vardır.

Tarif edilemeyen bir bakış…

Üzerinde evsizliği, çaresizliği, acıyı taşıyan…

Enkazdan çıkmış gibi baktı etrafına, o çıkmıştı da, annesi kalmıştı sanki.

Enkazda annesini bırakmış bir çocuk gibi, bundan sonra bütün acılarının adını, ‘anne’ koyacaktı…

Bir cevap yazın