İdealist bir öğretmendi İpek. Belki de çocukluğundan beri en büyük hayali öğretmen olmaktı. Mesleğinin üçüncü yılını doldurduktan sonra, nihayet büyükşehirlerden birinde göreve başlayacaktı.

Köy okullarında öğretmenlik yaptığı sırada, hiçbir şeyi olmayan bu çocukların her şeye sahipmiş gibi mutlu olmasına hayranlık duymuştu hep. Kazağının yırtığını tatlı bir telaşla saklayan çocukların, sahip olamadığı şeyler yüzünden hayata küsmemesine, aksine sıkı sıkıya bağlanıyor olmasına şaşıp kalıyordu. Paradan bu denli uzak bir yaşam sürmeleriydi belki de onları bu kadar halinden memnun ve gönlü geniş kılan…

Yeni okulunda derse başlayacağı ilk gün sınıfındaki öğrencilerle tek tek tanıştıktan sonra, onlardan kendisi için bir şey yapmalarını isteyeceğini söyledi. Her biri meraklı gözlerle öğretmenlerine bakıyordu. “Arkanıza yaslanın ve kendinizi dünyanın en zengin insanı olarak düşünün.”, dedi İpek Öğretmen. İstediğiniz her şeyi satın alabilecek paranızın olduğunu hayal edin… Hayal gücünüzü kullanın…

“Bu kadar büyük bir zenginliğin içerisinde, anneniz için bir şey hediye etmek isteseniz, ona ne alırdınız?”

  • Kocaman bir ev alırdım!
  • Hızlı bir araba alırdım!
  • Şato alırdım!

Birbiri ardında yükselirken sesler, ne almak istediklerini bir süre düşünmelerini ve bir kâğıda yazarak katlamalarını istedi. Bütün çocuklar öğretmenlerinin bu eğlenceli oyununa katılmak için yazdıkları kâğıtları tek tek masasına bıraktılar. Büyükşehirlerde, iyi şartlarda ve rahat koşullarda yaşayan bu çocuklarla, köy okulunda tanıdığı çocukları aynı fotoğraf karesine almaya çalışıyordu zihninde. Bir bir açtı kâğıtları, yüksek sesle okumaya başladı.

Annesi için zümrütten bir gerdanlık almak isteyenler de vardı,  jet almak isteyenler de. Dünyanın en pahalı arabasını annesine hediye etmek isteyen mi ararsınız, annesine bir malikâne yaptırmak isteyen mi? Hepsinin bonkörlüğü eğlendiriyordu genç öğretmeni. Sonra açtığı kâğıtlardan birinde şu cümleye denk geldi:

“Papatya alırdım.”

Bir anda neşeli sesi değişti. Dünyanın en zengin insanıyken, annesine yalnıza papatya hediye etmek istediğini söyleyen bu çocuğun kim olduğunu merak ediyordu.

“Kim yazdı bunu?”, dedi. Biraz da hiddetliydi sesi.

Arka sıralardan birinde, solgun yüzlü bir erkek çocuğu usulca kalktı ayağa. “Ben yazdım öğretmenim.”, dedi.

Öğretmen, belki de gençliğinin verdiği heyecanla yargılamaya başladı çekingen öğrencisini. O kadar paran varken neden annene bir çiçek alasın ki diyordu, neden hayatını kolaylaştıracak bir şeyler yapmayasın. Hayal gücünü kullanmanı istemiştim… Utana sıkıla ayakta kalan bu çocuğun açıklama yapmasına bile izin vermeden sıralıyordu cümlelerini. Çalan teneffüs ziliyle birlikte derin bir nefes alabilmişti çocuk…

Ertesi gün sınıfın kapısı önünde kendisini bekleyen bir veliyle karşılaştı İpek Öğretmen. Orta yaşlarda, iyi giyimli bir adamdı. Mert’in babası olduğunu ve biraz konuşmak istediğini söyledi. Okulda ikinci günüydü ve doğal olarak Mert’in hangi öğrencisi olduğunu bile bilmiyordu henüz. Oğlunu tanımayacağını tahmin eden baba, ‘annesine çiçek almak isteyen’ dedi.

Şimdi anlamıştı hangi öğrenciden bahsedildiğini işte!

“Mert tepkinizden dolayı çok üzülmüş. Bugün okula gelmek istemedi. Ben de hem bunu söylemek hem de sizinle tanışmak istedim.”, dedi.

“Hayal güçlerini kullanarak anneleri için hediye edebilecekleri bir şey yazmalarını istemiştim. Yaratıcılığını geliştirecek aktivitelerde bulunması gerek. Çiçek çok basit değil mi sizce de?”, dedi öğretmen.

“Evet, ama her zaman değil. Yaz tatilinde kaybettik eşimi. Mert henüz toparlayamadı kendini. Annesinin en sevdiği çiçektir papatya. Her gün birlikte mezarına gider bir papatya bırakırız. Ölmüş bir anne için çiçekten başka bir hediye düşünememiş olabilir.”

Buz kesilmişti öğretmen. Heyecanı da, coşkusu da silinip gitmişti. Tepkisinden utanmıştı duydukları karşısında.

İnsan acılarla karşılaşmadan önce, babasının çatısı altında, her şeye inanarak yaşadığı çocuksu coşkuyu üzerinden kolay kolay atamıyordu.

Hayatın gerçekleri karşısında, hayal gücü bazen hiçbir şeyi değiştiremiyordu.

Her şeye sahip olsalar bile, bazı çocukların nane limonun iyi gelmediği sıkıntıları vardı ve öpmekle geçmeyen yaraları…

Bir cevap yazın