Dünya küçük bir yerdir. Biz hep gözümüzde büyütsek de…

Bazen bu küçücük dünyada bir anıya takılır ve öylece kalırız orta yerde, kuyruğunu bırakması gibi bir kertenkelenin.

Trafik akar gider mesela yanımızdan, kavun taşıyan kamyonlar geçer gider, ama biz kalırız buz kesmişçesine. O anı yaşamayı değil, geride kalan ‘anı’yı yaşamayı seçtiğimizden.

Hatta bazen öylesine güzel bir anı düşer ki hatırımıza, o anıyı almanın karşılığında bütün hayatımızı vermek isteriz.

Ne yazık ki kolay değildir insanın güzel anılar biriktirmesi. Zaten genelde akılda kalan kötü anılar olur, iyiler ne zaman kazanmış ki, anıların yarışında kazansın?

Yine de şöyle düşünüyorum, fark etmesini becerebilirsek eğer güzel anılar listemize çok daha fazla şey ekleyebiliriz.

Mutluluğu yaşarken anlaması zordur, insan yaşadığı anın içerisinde belki de hayatının en mutlu gününün o gün olduğunu bilmez.

Bunu fark edebilmesi için uzaktan bakması gerekir. Öylece durur ve bakar, bazen hayran olur ve tekrar yaşamak ister.

Keşke şu sanal gerçeklik gözlükleri dedikleri şey insana anılarını da tekrar yaşatabilse öyle değil mi?

Evet, bazen hayattan çok fazla şey istiyoruz…

Heybeme dünyada kalan son masumiyet kırıntılarını ve bilgelik zamanlarından kalma sırları toplayıp gitmek istiyorum ben mesela.

Acının, gözyaşının, kinin gelemeyeceği kadar uzak bir yere gitmek.

Dünyanın bütün sabahlarına ‘umutlu’ uyanabilmek istiyorum. Ne menem bir kelimedir şu ‘umut’ dediğimiz?

Mucidi Yaşar Kemal… İki hece, dört harf ve Türkçenin en uzun kelimesi…

Hem merhem hem zehir… Bazen tünelin ucunda görünen gün ışığı bazen sana doğru yüksek hızla yaklaşan bir trenin ışığı…

Umudun da ince bir ayarı var bana kalırsa, yüksek dozda umut dağ gibi adamları bile yere serebiliyor.

Düşmem diyor düşüyor insan, ölmem diyor ölüyor.

Bir bakıyor ki ayağını atmak üzere olduğu yer bir uçurum kenarı. Atsa olmaz, atmasa olmaz.

Zaten insan dediğin varlık, bir uçurumun kenarına gelmeden kanatlanamaz.

Kabiliyetlerini fark edebilmesi için önce hayatın darbelerini yemesi gerekir.

Tam tükendim dediği yerde, o uçurumun kenarında bir seçim yapar ya yoluna güçlü devam edecektir ya da yok olup gidecektir.

Dünyayı ilk kez görür gibi bakar etrafına, bir midye kabuğunun aralığından bakar gibi gözler yaşadıklarını.

Eğer cesareti varsa güçlü kalmayı seçer, mücadele etmeyi ve işte izleri belirir sırtında kanatların.

‘Neleri atlattık biz’ dedikçe içindeki kendine, korkmayı da bırakır uçurumlardan. Kanatları vardır artık çünkü.

Bir Albatros gibi korkusuzca uçabilmesini sağlayacak olan kanatları…

Sarılır gibi kendine, yokla sırtını şimdi. Kanatların vardı eminim bir zamanlar senin de.

İzleri duruyordur mutlaka.

İnsan unutur, ten unutmaz…

Bir cevap yazın