Sigarasının son nefesiyle çayın son yudumunu hep aynı anda bitirmeye çabalardı. Ona göre bu, her ikisini de hakkını vererek içtiğinin göstergesiydi. Yine öyle bir andı, son yudum ve son nefes aynı anda bitmişti. Yüzüne yayılan gülümseme ile bana döndü. “Bazen başarılı insanların takıntılı olduğunu düşünüyorum.” dedim. Hayatta her şeyi olmasa da çoğu insana oranla daha fazla şey görmüş birinin kayıtsızlığıyla güldü. Bu gülüşe bazen sinir oluyorum. Çünkü ardından beni şaşırtacak bir cevap mı gelecek yoksa tahmin ettiğim şeyi mi söyleyecek kestiremiyorum. 

Kendinize örnek aldığınız insanları bir süre sonra çözmüş olmayı dilersiniz. Gizem ortadan kalkmalı, onun bildiği her şeyi bilmelisiniz ki siz de onun gibi bir başkasına örnek olacak seviyeye ulaşabilesiniz. İşte tam da bu gülümseme sonrası gelen cevaplar, size henüz pek bir şey öğrenmediğinizi ya da yolun çok başında olduğunuzu gösterir. “Takıntı mı yoksa prensip mi sence?” dedi çok da umursamadan beni. Görüyordum, benimle sohbet etmeyi seviyordu, bu nedenle mümkün olduğunca beni konuşturmaya çalışıyordu. Ama şu an hırçınlığım üzerimdeydi, cevaba bir an önce ulaşmak istiyordum. “Arada çok bir fark göremiyorum.” diye kestirip attım. 

Henüz etkisinde olduğum bir yenilgim vardı, biliyordu. Bunun beni tahmininden biraz fazla etkilediğini görünce yüzündeki kayıtsız gülümseme yerini ciddi bir yüze bıraktı. Beden dili ile senin yanındayım dercesine öne doğru eğilip, dirseklerini bacaklarına koyarken iki elini önünde birleştirdi. “Sana bir hikaye anlatacağım.” dedi.

Bu cümlesini ne kadar çok sevdiğimi biliyordu, ilgimi çekmeye başlamıştı. Biraz nazlanarak da olsa ona doğru dönmeye başladım ve beden dilimle ‘seni dinliyorum’ dedim. 

Geriye doğru yaslandı ve bacaklarını üst üste attı. Bu duyduğu ya da okuduğu hikayeyi değil, kendi yaşadığı ya da tanık olduğu bir olayı anlatacağını gösteriyordu. Çünkü duyduğu hikayeleri anlatırken genelde öne doğru eğiliyordu. Yani en azından öyle olduğunu düşünüyorum. Bir sigara çıkardı, çakmağı arıyordu elleri, bir an önce hikâyesine başlasın diye kendi çakmağımı uzattım. Çakmağı sigaraya doğru götürürken başını yana doğru yasladı. Hep böyle yakardı sigarasını. Nihayet ilk nefesi dışarı doğru verdi ve hikâyeye başladı.

“Ya da bu konuda hikaye anlatmak değil, doğrudan ana fikri vereceğim. Bu fikri kavraman için bir hikayeye ihtiyacın yok. Dinle: Her ne yapıyorsan yap, işine imzanı at. 

Ya da fikri başka bir açıdan değerlendirelim. Her ne yapıyorsan yap, öyle bir yap ki gören seni, imzanı yani farkını fark etsin. Bir işi yaparken kendine özgü geliştirdiğin yöntem, fark yahut bir biçim olsun. Ne demek istediğimi anladığını biliyorum. Peki bu noktada sana sormak istediğim bir şey var. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır derler. Yoğurt yiyiş stili o yiğitlerin prensibi mi yoksa takıntısı mı?” cevap vermem gerektiğini bana sorgulayıcı bir şekilde baktığını fark edince anladım. Derin bir nefes aldım. “Tamam, şimdi anladım ne demek istediğini.” dedim. Hala istediği kıvama gelememiştim bu nedenle konuşmayı sürdürdü. 

“Ama uygulamak için kendinde bir sebep göremiyorsun. İmzanı mı bulamadın yoksa yeteri kadar inancın mı yok? Başarısızlığını yanlış yerde arıyor olabilir misin?” bu soruya cevap vermeyeceğimi biliyordu. Hallolur dercesine omzuma vurdu ve çay koymaya gitti. Döndüğü zaman bu konu onun için rafa kalkmış, benim içinse henüz başlıyor olacaktı.  

İşinizi doğru yapmanız ya da seviyor olmanız başarılı olacağınızı ne yazık ki garantilemez. Pek çok kriter olsa da, farklılık ya da günümüz deyimiyle bir inovasyon yaratıp insanlara dokunabilmek her dönem başarıyı getirmiştir. Sizin bir imzanız var mı?