Bazen bir cümle size tüm hayatı sorgulatabilir. Ve bu cümle, genelde beklemediğiniz anlarda gelir…

Keyifli bir akşamüstü, seri adımlarla yürüyordum. Planım, yol üstündeki balıkçıya uğrayıp eve geçmekti. Çok geçmeden gelmiştim balıkçı tezgâhının önüne. 

Balıkçı yaşlı bir adamdı, mahallenin eskilerindendi. Yüzümde tebessümle tam selamlayacakken, her zaman duran kişi yerine bir başkasını gördüm. Bozuntuya vermeden selamlaşıp siparişimi verdim. Temizlemesini rica ettim, ancak ricamla birlikte gözlerinin büyüdüğünü fark ettim. Bahşiş bırakmayacağımı düşündü sanırım diye içimden geçirdim. Telaş etmemesini bahşiş bırakacağımı söyledim, yok ondan değil abi diyerek temizlemeye koyuldu. 

Balıkların temizlenmesini beklerken, onu daha önce görmediğimi yeni mi başladığını sordum. Yeni taşındıklarını ve iki çocuk babası olduğunu bir çırpıda anlattı. Soru sormamdan güç alarak konuşmayı sürdürdü.  Çocuğu olduktan sonra kendi için değil de çocukları için yaşayan biri nasılsa onun da hali tavrı öyleydi. 

İçtenlikle geçmişinden ve ailesinden bahsettikten sonra iş hakkında konuşmaya başladı. Tezgâhta duran balıklar hakkında çeşitli bilgiler veriyordu. Yüzümde tebessümle onaylayarak dinliyordum. Hızlı konuşuyor, sürekli balıklarla ilgili bir şeyler anlatıyordu. Ancak meslek erbabı bir balıkçının beş dakikada temizleyeceği balıkla yaklaşık yirmi dakikadır uğraşıyordu. Bu işte yeni olduğunun sinyallerini laf arasında almakla kalmamış, gözlerimle de görmüş oldum. Birçok iş değiştirmişse de, şimdilerde bu işe geçmiş. 

“Benim için iş fark etmiyor, yeter ki evime ekmek götüreyim.” diyor, bir yandan da balıkları temizliyordu. 

Temizleme işi bitmeye yakın kafamda “Ne kadar bahşiş bıraksam?” diye düşünüyordum. Önceki balıkçıya 5 lira bahşiş veriyordum, fakat o 5 dakikada bitiriyordu temizleme işlemini. Ancak adam yaklaşık 25 dakikasını bu işe ayırmıştı. Daha fazla vermek gerekir mi diye ufak bir kararsızlık yaşasam da elimi cebime atıp 5 lira çıkardım. 

Balıkların arasında duran bahşiş kutusuna doğru uzanırken “5 lira yeter mi?” diye sordum. “Abi bana 50 kuruş versen yeter…” dedi içten gülümsemesiyle. Verdiği cevapla kısa bir süre duraksadım ancak hızla toparlanarak 5 lirayı verip yanından ayrıldım. 50 kuruş… Aklım takılı kaldı o cümlede, bugün bile…

‘Ne iş olsa yaparım’ların ülkesinde meslek sahibi olmak, çok da mühim olmasa gerek. Alınan eğitimin, düşlenen hayatın lafta kaldığı bir dünyadayız. 

“Meslek” denilen konu ise hayat şartlarına göre hiç düşlenmeyen veya eğitimi bile alınmayan noktalar üzerinden ilerleyebilir. Ne zaman para kazanmak zorunda kalır ve ardından işe girip bir unvan addedilirse o unvanı meslek bilir, insan. 

Sonra “Benim oğlum doktor / kızım öğretmen olacak!” diyen gönlü kederden katmerlenmiş analar düştü aklıma. “Benim gibi olmayacak, okuyacak, büyük adam olacak!” deyip yaşayamadığı hayatı, umutlarını da ekler o gözünün nuru yavrusunun hayatına. Binbir emek ve gayretle okutur ama sonrasında yine ödü kopar. Çünkü bilir okumanın meslek sahibi olmaya yetmeyeceğini. 

Hayat şartları o göz bebeğini kim bilir nerelere sürecektir. Dünyanın sayısal olarak en belirgin, manevi olaraksa en karmaşık konusu olan para uğruna kim bilir hangi şartlarda çalışacaktır. 

Bir sürü iş değiştirir ve bir müddet sonra işverenin karşısında dilinden dökülüverir çoğunun; “Ne iş olsa yaparım. Yeter ki evime ekmek götürebileyim.” 

Dikkatle bakarsanız dünyadaki en içten gülümsemeyi görürsünüz o insanlarda. Tonlarca çile çekmişlerdir ama yine de gözlerinin ta içine kadar gülmesini bilirler. İşte ben balıkçının gözlerinde gördüm o gülümsemeyi. 

Aradan birkaç zaman geçti ama aklıma geldikçe sızlatır içimi o sözü. Kimi bir şey anlamaz bu anlatılanlardan, ama anlayanlar dudaklarını büzüp sessizce kafalarını sallar onaylarcasına. 

Selam olsun evine alın teriyle aldığı ekmeği götürenlere… Selam olsun işini hakkıyla yapanlara…
Selam olsun yılmadan çalışanlara… Selam olsun onuruyla hayata tutunanlara… Selam olsun 50 kuruşuna kadar alnının teriyle kazanlara… Selam olsun!

Ve haram olsun milyonları çalanlara!