Mahşer yeri dedikleri bu olsa diye düşünüyordu yanan fabrikaya bakarken. Savaşın tüm etkileri acımasızca yaşanıyordu artık. Fabrikanın durumunu artık bir kenara bırakıp doğrudan sığınağa gitmek gerekti. Eşiyle birlikte öyle yaptılar. Kardeşi kadar olmasa da kendi de koyu bir Nazi Partisi sempatizanıydı. Müttefiklerin bu saldırıları nedeniyle köpürmüş söyleniyordu. “Kahrolasıcalar yine geldiler!” sesli söylemişti bu cümleyi. Tam da o esnada kardeşi ve eşinin de kendilerinin yanına geldiklerinden bihaberdi. Ama artık olan olmuş, kardeşi ve kardeşinin eşi de bu cümleyi duymuşlardı. Araları zaten gergindi, ortaklaşa bir ayakkabı işine girmişlerdi. Yanlış hatırlamıyorsa sene 1924’tü, küçücük bir yerde annelerinin çamaşırhanesinde derme çatma bir ortamda işe başlamışlardı. Yıllar geçtikçe işleri çok iyi ama aynı oranda araları da kötüye gidiyordu. Ona göre talih kuşu 1936 senesinde Berlin Olimpiyatları için Jesse Owens’a koşu ayakkabısı vermesiyle gülmüştü. İnanılmaz büyümüş ve ayakkabıları birçok yere satılmaya başlamıştı. Ama dedik ya, kardeşiyle arası da bir o kadar bozulmaya başlamıştı. Aileyle iş yapılmaz diyordu çoğu zaman içinden. Hele ki evlenipte eşler devreye girince işin içinden çıkılmaz hal almıştı. Ve işte şimdi bu sığınakta bomba düşen fabrikalarını bir yana bırakıp az önce sarf ettiği o cümle için aralarında soğuk, soğuk da ne kelime buz gibi bir hava dolaşıyordu. 

O cümlenin bu kadar büyüyeceğini kimse tahmin edemezdi. Zaman geçti, bombanın etkisi bile geçti ama o cümlenin etkisi geçmek bilmedi.
Kendisi Nazi Partisi için savaş botu üretmeye başlamıştı. Kardeşi ise durur mu partiye olan bağlılığının daha üstün olduğunu göstermek istercesine askere yazıldı. Bir ara kardeşinin askerden firar ettiğinin haberleri gelmişti kulağına, çok geçmeden de tutuklandığını öğrendi. Kardeşi buna kendisinin sebep olduğunu düşünmüş, incecik bir çizgiyle bağlı olan araları iyice gerilmişti.
Hayranı olduğu parti daha sonraları fabrikasına el koymuştu. Bunun üzerine geçim kaygısı binince, Amerika ve müttefiklerle iş birliği yapmaya başladı. Kardeşinin ise Gestapo ile çalışmasından  müttefikler tarafından tutuklandığını öğrenmişti. Hay aksi üstelik ihbar edenin kendisi olduğuna dair söylentiler vardı. Acaba, bu mümkün müydü? :))
Doğrusunu yanlışını bir kenara bırakmak gerekirse bu, iki kardeş arasındaki tüm bağları bir çırpıda sildi attı.
Ve derken artık yollar kesinkes ayrıldı.
Kardeşi epey karşı çıkmış, küçücük şehirde iki ayakkabı fabrikası mı olurmuş diye söylenmişti. Ama artık geri dönülemezdi, kesindi ayrılık. Bir şartları vardı, ikisi de yeni işlerinde soyisimleri olan Dassler’i kullanmayacaklardı. Karar verilmiş ve nehrin iki yanına savrulmuşlardı. Kendisi ismi Adolf(Adi) ve soyisminin (Dassler) birleşimi olan Adidas’ı kurdu. Kardeşi (Rudolf) ise biraz kendini taklit ederek Ruda ismini koydu ancak bu isim daha sonra Puma olarak anılacaktı.
Nehrin iki yanına ayrılan kardeşler tüm şehri etkilemişti adeta. Nehrin bir yakası Adidas diğer yakası Puma giyiyor ve okuldaki arkadaş seçimlerinden, gidilen marketlere kadar her yere yayılmıştı bu ikili küskünlük. İnanılır gibi değil ama öyle bir seviyeye gelmişti ki Herzogenaurach şehri için kişilerin birbiriyle konuşmadan önce ayakkabılarına bakmasından dolayı “Eğik Boyunluların Şehri” lakabı takılmıştı.
Artık hikayenin kahramanlarının kim olduklarını biliyorsunuz. Küskünlükleri hiç bitmeyen bu kardeşler 4 yıl arayla bu dünyaya birbirlerine küs olarak veda ediyorlar. Mezarları dahi birbirinden oldukça uzak yerlere gömülen bu kardeşlerin markaları arasındaki küskünlük ise uzun süre sürüyor, 61 yıl kadar. 🙂 Ta ki 2009 yılında Dünya Barış Günü olan 21 Eylül’de Fifa’nın düzenlediği ve her iki firmanın CEO’su ve çalışanlarının yer aldığı futbol maçıyla sona eriyor.