Kış geldi, hepimize bir boyun atkısı gerek…

İnsan ömrünün de mevsimlerden oluştuğuna inanırım, kimi zaman gün ışığını cömertçe sunan bir yaz sabahıdır, kimi zaman zemheri ayazında bırakan Ocak akşamı…

Hangi mevsimi yaşadığın senin seçimlerine ve seçimlerinden doğan öyküne bağlıdır aslında.

Benim öykümü soracak olursan ‘keşke şöyle yapsaydım, o zaman böyle olurdu’ gibi cümlelerle dolu.

Yaşamın acı yüzüyle tanışmadan önce herkes kendisini kusursuz bir geleceğin beklediğine inanır.

Güzel rüyalar görür… Uyandırmaya kıyamayacağınız kadar güzel…

Okulu bitirdiğinde dünyanın en iyi mühendisi olacaktır mesela, en iyi avukatı belki ya da en iyi doktoru.

En zengin, en kültürlü, en yardımsever, en güzel, en yakışıklı vs.

Hayal ettiği kişinin nitelikleri geliştirir her gün kendi dünyasında, hedeflerine bir yenisini daha ekler.

Bazen hayaller heybetli bir dağ gibi yaklaştıkça uzaklaşır.

Yolu, yürürken bir turist gibi hayranlık dolu gözlerle etrafına bakacağı bir yol olmaktan çıkar insanın.

Kaldırım taşları yer yer yerinden sökülmüş, hayal kırıklıklarıyla dolu bir yola dönüşür.

Yürüdükçe batar hayallerinin kırıkları ayaklarına ve hatırlatır yaşamın asla hayal ettiği kadar kusursuz olamayacağını.

Daha basit hayaller kurmaya başlarsın, hatta bazen umutsuzluklar edinirsin kendine, evlat edinir gibi…

Aşık olursun, deli divane üstelik! Ama sevdiğin seni sevmez, önce peşinden koşturur, sonra yüzünü çevirir.

Gün gelir en yakın arkadaşından yersin hayatının en büyük darbelerinden birini.

Derslerin zorlaşır, notların düşer, öğretmenlerin aksileşir, patronun sinirlenir, iş arkadaşın kuyunu kazar, çocuğun ateşlenir, annen hastalanır, tanıdığın gençler ihtiyarlar, ihtiyarlar ölür…

Ve sen büyürsün…

Büyümek, boyunun yirmi santim uzaması ve on kilo fazlanın olması değildir.

Büyümek, hayatın diğer yüzüyle karşılaşıp, bir sonraki hamlesi için gardını almayı öğrenmek demektir.

Tam hayatımın kadının buldum dersin, bir sözle vazgeçersin evlenmekten.

Belki de evlenirsin, üç yıl sonra anlarsın evliliğin aslında aşktan ibaret bir şey olmadığını.

Saygının, fedakârlığın, samimiyetin, güzel anılar biriktirmenin aşktan çok daha güçlü bir bağ oluşturduğunu.

Bu bağ oluşmadıysa eğer yüksek ihtimalle anlaşmalı boşanırsın, dünyada tek boşanan sen değilsindir elbet, ama ailen yine de bunu zor hazmeder.

Eşin değişir, evin değişir, şehrin değişir, işin değişir, gün gelir dünya görüşün bile değişir.

Anne olursun, baba olursun, amca, teyze, dayı, her neyse…

Ömrümün her mevsimini gördüm dersin artık, bırak rüzgârı, kasırgaya bile dayanırsın.

Bir gün, bir başına, evinin bir köşesinde kaldığında başlarsın yaşamının muhasebesini yapmaya.

Hangi yollardan geçtin, hangi limanlara demir attın, hangi şehirlerde anılarını bıraktın?

Gözlerin dolar, dizlerine örttüğün ince battaniyenin bir köşesiyle silersin yanağına düşen yaşı.

Sence niçin akar o yaş, kaybettiklerin için mi, başaramadıkların için mi?

Sence hangi mevsimindesin hayatının yaz mı, kış mı?

Ne kadar gerçekleştirebildin hayallerini, ne kadar ulaşabildin hedeflerine?

Memnun musun yaşadığın hayattan?

Mutlu musun?

Yeni hayaller kuruyor musun kendine?

Kendini bulabildin mi şu ana kadar yaşadığın hayatın içinde?

Muhasebe bilançolarında hesaplar geçmişe bakarak düzeltilmez, kayıtlar günlük tutulur.

Bırak artık yanlış kapıları zorlamayı! Mutlu değilsen ayrıl, memnun değilsen istifa et!

Huzurlu değilsen şehrinde başka şehre git, yoksa acı üzerine birikir.

Kendin için yap bunu!

Yaşamın için mücadele et! Ot değilsin, yeniden bitmezsin…

 

 

Bir cevap yazın